TÜRK MÜCADELE SANATLARININ KİMLİK EROZYONU VE AHİLİK RUHU

TÜRK MÜCADELE SANATLARININ KİMLİK EROZYONU VE AHİLİK RUHU
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ

VARLIK VE YOKLUK ARASINDA BİR MİRAS:

TÜRK MÜCADELE SANATLARININ KİMLİK EROZYONU VE AHİLİK RUHU

Yakup MELETLİSİYAHKUŞAK

Kültürel miras, bir toplumun kolektif hafızasının hem en değerli yadigârı hem de en kırılgan varlığıdır. Türk öz kültürünün, çağların ötesinden süzülüp gelen o kadim ruhunun, bugünün dünyasında hak ettiği yeri bulamaması ise trajik bir paradokstur.

O, hem “var olandır” – çünkü kökleri derindedir; hem de “yok sayılan” – zira varlığıyla yokluğu gündelik hayatta ne yazık ki gale alınmamaktadır.

Bu kayıtsızlık, özellikle Türk Mücadele Sanatları gibi bedensel olduğu kadar ruhani de olan disiplinlerin özünü tehdit eden bir erozyona sebep olmaktadır.

Bu durum, sadece soyut bir gözlem değil, bizzat tecrübe edilmiş acı bir hakikattir. Yıllar süren araştırmalarla, yüzde yüz Türk menşeili bir kimlikle “Alpkan” adıyla vücut bulan bir sistem kurma çabası; bu çabanın sosyal medyada bir “feryat” olarak yankılanması, ancak toplum nezdinde ilgi ve alakadan mahrum kalarak paylaşımların bir bir geri çekilmesi, bu kültürel kayıtsızlığın sosyolojik bir vesikasıdır. Bu, Sisyphos’un kayasını tepeye çıkarmasından farksız, muazzam bir “meşakkat”tir. Bu yolda yürüyen, değişik isimler altında bu ateşi harlamaya çalışan tüm kardeşlerimizin yürekten tebriki hak etmesi, tam da bu çabanın zorluğunu en derinden anlamaktan geçer.

Peki, bu meşakkatin kaynağı nedir? Neden bu ata yadigârını yaşatmak bu kadar zordur?

Cevap, bu disiplinlerin talep ettiği muazzam entelektüel derinlikte gizlidir. Bu, salt bir spor faaliyeti değildir. Bu yola baş koyan bir icracıdan beklenen, adeta bir polimat (çok yönlü bilge) olmasıdır: Dünya milletler tarihini bilmesi, bunun içinden Türk tarihini ve mücadele sanatları tarihini süzmesi, Türk kültürünü, örfünü, adetini, töresini, Alplik geleneğini ve en önemlisi Ahilik felsefesini bilmesi ve tüm bu bileşenleri modern bir disipline “entegre” etmesi beklenir.

İşte “erozyon” tam bu noktada başlar. Felsefi bir “kavram kargaşalığı” zuhur eder. Tarih, tarihçilerin işidir; metodolojisi, kaynakları ve tartışmaları ayrı bir uzmanlık alanıdır. Hayatı sporla, yani “içraat” ile geçmiş bir uygulayıcının, kendisini akademik tarihçiliğin soğuk labirentlerinde bulması, kaçınılmaz olarak bir “perspektif kaymasına” yol açar. Türk mücadele sanatları ekolleri arasında başlayan “tarih” tartışmaları, her ekolün kendi bakış açısını merkeze almasıyla, asıl “öz”ü, yani birleştirici ruhu zedeler.

“Oysa Türk mücadele sanatlarının temeli, hangi teknik anlayışa sahip olursa olsun, tartışmalı tarih anlatıları değil, tartışılamaz bir kültürel omurgadır.”

Bu omurga; kültürdür, örftür, adettir, ananedir. Bu omurganın kalbi ise “Ahilik geleneği” ve onunla iç içe geçmiş “tasavvufi” boyuttur. Ahilik; cömertliğin, kardeşliğin, dürüstlüğün, disiplinin ve hizmetin felsefesidir. Teknikler değişebilir, ekoller farklılaşabilir; ancak bu ruh değişmez.

Tüm branşlar, tüm ekoller, dünyaya aynı pencereden bakmak mecburiyetindedir:
Türk tarihi, kültürü, örf ve adetlerinin penceresinden. Eğer bu ortak payda yitirilirse, eğer Ahilik ruhu ve geleneğin bilgeliği göz ardı edilirse, yapılan iş “sığ” ve “yavan” kalır. O zaman bu sanatlar, evrensel bir “Yol” olmaktan çıkar, kendi içine kapanır ve icracıları, kendi salonlarının penceresinden dünyaya bakamaz hale gelirler. Gerçek özgürlük ve evrensellik, ancak bu köklere dönmekle mümkündür.

İşin ontolojik özü şudur: Bir kültürün varlığını sadece “yürütmek” değil, onu “yüceltmek” eylemi, bireysel çabaların çok ötesinde, kolektif bir irade gerektirir. Bu yüce amacı gerçekleştirmek için seçilen mevcut yollar – federe olmak, dernekler kurmak, bir kurum ya da kuruluşa mekanik olarak bağlanmak – iyi niyetli olsalar dahi, bana göre, hedefin büyüklüğü karşısında “boş” ve “beyhude” çabalardır.

“Bu, bir karıncanın bir dağı taşımaya çalışmasına benzer; çaba kutsaldır ancak sonuç, sistemik bir destek olmaksızın, trajik bir yetersizliktir.”

Devlet, siyaset felsefesi açısından bakıldığında, yalnızca bir idari organizatör ya da düzenleyici değildir. Devlet, bir toplumun kolektif iradesinin, tarihsel bilincinin ve kültürel kimliğinin somutlaşmış halidir. Dolayısıyla, kurulu olduğu o ülkenin tarihi, kültürü, geleneği ve göreneği gibi olgulardan “mesul” olması, onun ikincil bir tercihi değil, varoluşsal bir zorunluluğudur.

Bir devletin kendi kültürel mirasına kayıtsız kalması, sosyolojik olarak, hafızasını yitiren bir bireyin durumuna (kolektif amnezi) benzer. Dernekler ve federasyonlar, bu hafızayı kurtarmaya çalışan iyi niyetli, ancak birbirinden kopuk sinir hücreleri gibidir. Oysa ihtiyaç duyulan şey, bu hücreleri koordine edecek, besleyecek ve koruyacak olan merkezi sinir sisteminin, yani bizzat devletin kendisinin devreye girmesidir.

Mevcut yapı, bu en temel sorumluluğu, yani kültürel mirasın korunması ve yüceltilmesi görevini, gönüllülük esasına göre çalışan bireylerin ve sivil toplum kuruluşlarının zayıf omuzlarına yüklemektedir. Bu, mantıksal bir hatadır.

Bu “gönüllü kültür elçileri,” bir hobi icra eden sıradan bireyler değil, o toplumun kaybolmaya yüz tutmuş hafızasını taşıyan canlı hazinelerdir. Devletin sorumluluğu ve selayeti (yetki ve yeterliliği), bu elçilerin kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmasını pasif bir şekilde beklemek değildir. Devletin asli görevi, proaktif bir tutumla bu imkanları “arayıp bulmak,” bu kişileri tespit etmek, onlara çalışmaları için gerekli platformu, finansmanı ve en önemlisi kurumsal meşruiyeti “vermek” ve onları her türlü bürokratik ve ekonomik kaygıdan azade kılarak “sahip çıkmaktır.”

Devlet, bu tarihsel ve etik sorumluluğu üstlenmediği müddetçe, kültürün yüceltilmesi bir ideal olarak kalacak; bireysel çabalar ise “beyhude” birer feryat olarak tarihin sessizliğinde kaybolmaya mahkûm olacaktır. Öncelik, bu dağınık çabaları birleştirecek, onlara güç verecek ve onları devletin resmi koruması altına alacak olan o üst iradenin harekete geçmesidir.

Yazan; Yakup MELETLİ, Sevgi ve Saygılarımla..!

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.