DOJO’NUN FISILTISI: BİR CEVHERİN İZİNDE

Yakup MELETLİ

KALEMİMİN İZİNDE
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ

Cevher; bazen bir duruştaki asalette, bir bakıştaki ilk kıvılcımda, ruhun kelimelere sığmayan o anlık sezgisinde kendini ayan eden bir sırdır. Bazen de, bedenin geometrisini bir mimar gibi ölçen, ruhun ritmini bir bestekâr gibi dinleyen sabırlı bir gözün, uzun bir arayışın sonunda toprağın altından çıkardığı saklı bir hazinedir. O, hem bir şimşek çakımıdır hem de bir ömrün sabırlı madenciliğidir.

Bir dojo’nun yaşayan ahşap zemininde, binlerce tekrarın adeta bir ayin gibi bedene nakşettiği teknikler, dışarıdan bakıldığında ruhsuz birer ezber sanılabilir. Oysa bu, hamuru yoğurur gibi ruhu yoğurma, tekniğin bilgisini bedenin her bir zerresine sindirme sanatıdır. Bu çetin yolda dahi, Sensei’nin gözü daima taklidin ötesinde olanı arar; o eşsiz, o kişiye has duruşu, bedenin o ruha ait tınısını… Çünkü bilir ki asıl potansiyel, kalıpların kusursuz tekrarında değil, tekniğin, o ruhun benzersiz ifadesiyle yeniden doğduğu o özgün anda gizlidir.

Geleceğin karateka’sını o an tanırsınız. Kimi, zapt edilemez bir rüzgâr gibidir; tüm varlığıyla dojo’da eser, enerjisinin akacağı o doğru yatağı bekler. Kimi, sessiz bir volkan misali içten içe yanar; sükûneti derinliğindendir. Fakat asıl, zamanın okyanusunda birer damla misali sabırla ve istikrarla birikenler, uzun vadede sarsılmaz birer anıta dönüşürler. Bu yolda bir Usta’nın yaşayabileceği her hâli yaşadım. Bazen, avucumdaki elması yontamamanın çaresizliğiyle kahroldum. Bazen, keşfettiğim o eşsiz ruhu ait olduğu zirveye ulaştıracak bir köprü oldum. Ve bazen de, kendi ellerimle şekil verdiğim bir eserin, artık kendi yolunda yürüyen o canın sessiz ve gururlu seyircisi olmanın benzersiz hazzını tattım.

Bu eller, nice ruhun hamuruna dokundu. Kibir zırhını kuşanmış, yetenekli ama kalbi mühürlü olanlarla bir adım dahi gidemedik; zira Karate-Do’nun kapısından ancak başını eğenler girebilir. İmkanların duvarlarına hapsolmuş, parıltılı ama mahzun cevherler için ise o duvarları yıkmak, yeni yollar açmak için nefes tükettik. Öyle anlar oldu ki, bir yenilginin yakıcı sükûnetinde, talebemle omuz omuza hıçkırıklara boğulduk. Çünkü bilirdik ki, dojo’nun zeminine düşen her damla ter gibi, her damla gözyaşı da kutsaldır.

Ve sonra… O gözyaşları, zafer pınarlarının kaynağı oldu. Ülke şampiyonlukları birbiri ardına geldi. Avrupa’da adını bir efsane gibi fısıldayanlar oldu. Dünyanın her köşesinde bayrağımızı dalgalandırıp her kürsüde silinmez bir iz bırakanlar yetişti. Ve nihayet, her sporcunun rüyası olan Olimpiyat meşalesine uzananlar, hatta o ateşi zaferle taçlandıran şampiyonlar dahi çıktı o kapıdan.

Geriye dönüp baktığımda, bize ne mi kaldı? Zaferlerin geçici parıltısı değil. Bize kalan, boş dojo’nun sükûnetindeki o derin mana, yankılanan bir kiai’nin ebedi hatırası ve ruhumuza işleyen o tarifsiz huzurdu. Bir beklentim hiç olmadı, çünkü bir Sensei’nin mirası madalyaların soğuk metali değil, ateşte döverek şekil verdiği karakterlerin sıcaklığıdır. Bu yüzden bugün hâlâ, kimsenin bakmadığı o arka sokaklarda, o saf, o işlenmemiş cevherin peşindeyim.

Bir yol bittiğinde, her defasında en başa döndüm. Yeniden, yeniden ve bir kez daha… Bu döngünün kaçıncı halkasında olduğumu unuttum. Bu arayış, yalnızca Karate-Do ile de sınırlı kalmadı. Farklı bir pınardan beslenmesi gereken ruhları, ait oldukları okyanuslara yönlendirmenin sessiz gururunu yaşadım. Kimsenin bilmediği, bizim ise bir onur madalyası gibi kalbimizde taşıdığımız ne çok yıldız, şimdi en yüksek zirvelerde parlıyor…

Bu yolda ihaneti de gördük. Ülkemiz için tasarladığımız projeleri, bir dost meclisinde hayranlıkla dinleyip, ertesi gün kendi eseri gibi en parlak ekranlarda sunanları bildik. O an hissettiğimiz, öfkeden çok, insanın hamlığına dair kadim bir bilgeliğin buruk tebessümüydü. İyi niyetimizin hoyratça kullanılmasını sükûnetle izledik; belki bu da yolun bir parçası, acı bir dersti.

Fakat bunlar, yürüdüğümüz o uzun yolda ayağımıza takılan birer çakıl taşıydı yalnızca. Yurt içinde ve yurt dışında nice büyük projeye ruhumuzu kattık. Ve hepsinden öte, bu yolu yalnızca sağlıklı ve güçlü bedenler için değil, bedensel engellerin ruhlarına pranga vuramadığı kardeşlerimiz için de aydınlattık. Onların tek bir tekniği başardıkları andaki o arı, o lekesiz sevinçleri, kazanılmış tüm dünya şampiyonluklarından daha ağırdı ruhumuzda. Onların zaferiyle, biz de zafere ulaştık.

Bu yolculuk hiç bitmeyecek. Çünkü bir Sensei için Yol, zirvede bitmez; toprağa düşen her yeni tohumla yeniden filizlenir.

Yazan; Yakup Meletli, oss..!

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.